Basında Dünyanın Renkleri

Papua Yeni Gine - Gizli Kabilelerin Son Sığınakları

Martine Atalay / Aralık 2012 / Voyager





Bir yurtdışı seyahati dönüşünde, uçakta okumak için aldığım bir fotoğraf dergisinde, ünlü fotoğrafçı Salgado'nun Papua Yeni Gine'de çektiği muhteşem kareleri görünce, beynimde bu ülkeye küçük bir keşif seyahati fikri oluştu. Kısa bir süre sonra hazırlıklar başladı. Seyahat için Ağustos ayını seçtik, zira bu ayda iki önemli festivalden biri olan Mount Hagen'deki gösterileri izleme imkanı vardı. Tabii zor bir hazırlık evresi oldu: Her şeyden önce dünyanın öbür ucundaki bu ülkeye gidebilmek için ulaşım imkanı sınırlı.

Dolayısıyla uçuşları denk getirmek bir hayli zor oldu. Yılda sadece bir kaç bin turistin gezdiği bu ülkede düzgün otel sayısı da oldukça sınırlı. Üstelik festival dönemlerinde yer bulabilmek için en az bir yıl önceden yer ayırtmak gerekiyor. Sonuçta biz küçük bir grup olarak bu sorunları hızla çözdük ve seyahate hazırlandık. Tabii bu arada ülkenin güvenli olmayan bölgeleri de olduğu için, programı çok iyi çalışarak, dikkatlice hazırlamak gerekti. Mesela başkent Port Moresby'nin tehlikeli olduğu konusunda uyarıldığımız için bu şehri programa almadık.

Biraz coğrafya
Avustralya'nın kuzeyi ve Endonezya'nın doğusunda yer alan Papua Yeni Gine, 829.200 km² yüzölçümüyle, Grönland ve Avustralya'dan sonra dünya'nın en büyük adası olarak

Huliler hakkında
yerli halk Huli’ler savaşcı bir kişiliğe sahip olduklarından bir anda birbirlerini kolayca öldürebilecek kadar kavgaya tutuşabiliyorlarmış. Genelde sempatik ve misafirperver bir görünümleri var. Sizi birkaç gün kalmak için köylerine bile davet edebiliyorlar, tabii bu riski alıp almama kararı sizin.



kabul ediliyor. Ancak Ada, ortasından 820 km’lik bir sınırla ikiye bölünmüş ve batısı Endonezya'nın egemenliğinde kalırken, doğusu bugünkü özerk Papua Yeni Gine devletini oluşturmuş. Ada, coğrafi olarak doğudan batıya kadar uzanan, 300 km genişliğe ulaşan, 4000 metreye yükselen dağlar ve bunların kenarlarındaki ovalardan oluşmuş. Dağlar ve dik yamaçlardan dolayı, ülkenin sadece %15’inde tarım yapılabiliyor. Dağlık alanlarda 2000 metre yükseklikten sonra yerleşim bulunmuyor. Hatta insanlar 1500 metreler civarında yerleşim alanları oluşturmuşlar. Sıra dağların arasında oluşmuş ovaların en ilginçlerinden biri, 1100 km. uzunluğunda ve en geniş yerinde 150 km. enine varan, olağanüstü manzarası ve etnik dokusuyla Sepik… Günümüzde bile hala yolu olmayan ve ancak küçük uçaklarla ulaşılabilinen bu nehir ve vadi, şüphesiz dünyanın en gizli köşelerinden birini oluşturuyor. 10bin yıl önce Avustralya'dan kopan bu kara parçasının dörtte üçü bakir yağmur ormanlarıyla kaplı olduğundan, ülkenin iç kısımlarında seyahat imkanları oldukça kısıtlı. Bu ormanlarda çok zengin bir endemik bitki örtüsü ve canlı çeşitleri gözlemlemek mümkün.

800'ü aşkın dil konuşuluyor
1930’lu yıllara kadar sadece kıyı kesimlerindeki bazı yerleşim yerlerinin bilindiği bu adada günümüzde 800’ü aşkın dil konuşulduğu saptanmış. Koloni döneminde gelişen ve İngilizce ile yerel dillerin karışımı olan Pidgin, adalıların çoğunluğu tarafından ortak iletişim dili olarak kullanılıyor. Ancak resmi diller; İngilizce, Tok Pisin ve Motu dilleri olarak kabul edilmiş.

İlk durağımız Goroka
Bu ilginç ülkeyi görmek üzere yola çıkıp uzun bir uçak yolculuğu yaptıktan sonra, Port Moresby'ye vardık ve orada fazla oyalanmadan aynı gün yine uçakla Goroka'ya ulaştık. Hedefimiz Mount Hagen festivali olmakla birlikte, bu ülkeyi keşfetmeye Goroka'dan başlama nedenimiz, burada yaşayan ilginç Asaro Mudmen etnik grubunu görebilmekti. Asaro vadisinde oturan bu etnik grup "Çamur Adamlar" olarak tanınıyor. Efsaneye göre, bir gün avdan dönen köyün erkekleri evlerinin düşman kabile tarafından soyulduğunu ve eşlerinin de kaçırıldığını görürler. Kadınlarını kurtarmak için düşman kabileyle savaşmak üzere derhal yola çıkarlar. Ancak gece olur ve bataklığı geçerken çamura bulanıp, silahlarını da kaybederler. Gün doğumunda bataklığın sisleri arasından bembeyaz çamurlara bulanmış olarak çıkarlarken düşmanları onları görüp –ülkede beyaz renk ölüm rengi olduğu için- ölülerin geldiğini zanneder ve kaçarlar. Eşlerini böylece kurtaran Çamur Adamlar, onları da alarak köylerine döner ve ciddi bir korunma stratejisi geliştirirler: Toprak masklar takıp, vücutlarını toprağa bulayıp, parmaklarına da pençe görünümü vermek için bambular takarak, ateş yakaralar. Dumanların içinden yavaş hareketlerle çıkarak düşmanlarını ürkütür ve kaçırırlar.



Çamur Adamalar ilk defa 1957 yılında 1000 civarında seyircinin bulunduğu Goroka festivalinde halkın önüne çıkmışlar ve seyircilerden büyük bir bölümü korkudan kaçarak alanı terk etmiş.

Muhteşem manzaralar eşliğinde...

Biz Goroka'da güzel bir lodge’da kaldık. Zaten bu ülkede her turistik noktada birer tane düzgün (ve sayısı az olduğu için pahalı) lodge ya da son derece kötü oteller bulabiliyorsunuz. Ertesi sabah kara yoluyla Mount Hagen'e ulaşmak üzere otelden ayrıldık. Yolda bir Asaro köyünde durup Çamur Adamların bizim için yaptıkları son derece ilginç gösteriyi izledik. Köyün ucunda yaktıkları ateşin dumanları arasından yavaş hareketlerle ilerleyen çamur savaşçılar etkileyiciydi. Mount Hagen'e kadar dağlarda muhteşem manzaralar ve bir kaç köy daha görme imkanımız oldu. Dört-beş saat süren renkli bir yolculuk yaşadık. Tabii yolların durumundan fazla bahsetmeye gerek yok, asfalt yok gibiydi. Mount Hagen'de, şehrin dışında ufak bir lodge’da bir gece geçirdikten sonra, ertesi sabah dokuz kişilik bir uçakla Tari'ye doğru yola çıktık. Uçakta bizden başka iki köylü ve karton kutuların içinde civcivler vardı. Arka koltuğunuzda, yol boyunca cikcikleyen kutular dolusu civcivle, dağların arasından uçmak, inanın bana çok etkileyici bir duygu.
Mount Hagen'in doğusunda bulunan Tari, yakın bir zamana kadar yüksek toprakların sonu olarak kabul edilmekteymiş. Dağların tepesindeki bu şehir sadece bir kaç sokaktan oluşmuş. Burada, sokaklarda gezinmeyi pek tavsiye etmiyorlar. Her şeyden önce yankesiciler oldukça fazlaymış.

Peruk adamlar

Huli’ler, kendi saçlarından oluşturdukları peruklardan dolayı Wigmen (Peruk Adamlar) olarak da anılıyorlar. Zaten buraya kadar gelme nedenimiz Huli Wigmenleri tanımak içindi. Huli’lerde bir erkek çocuk, suratında ilk kılların çıkmaya başlamasından itibaren şamanlar tarafından ormandaki gizli bir yere götürülüyor ve aylar süren bir erkekliğe geçiş dönemi başlıyor. Bu dönemde erkek çocuk hiç bir kadını görmemeli, hatta kadının dokunduğu bir eşyayı da ellememeli. Kadınlar bu erkek çocukların geçebilecekleri yerlerde dolaşırken şarkı söyleyip, sesler çıkararak yerlerini belli ediyorlar. Çocuklar, yine bu dönemde sadece kuru gıdalarla beslenip, sebze ve et gibi ürünlerden uzak duruyorlar. Fakat erkek çocuk için bu dönemin en önemli işi, kafasındaki peruğu büyütmek. Şamanlar her gün çocukların başlarını bitkilerle karıştırarak elde ettikleri kutsal sularla yıkayarak kılların çabukça çıkıp peruğu oluşturmasını sağlamaya çalışıyorlar. Bütün bu dönemin sonunda, köye yetişkin erkekliğin sembolü olan perukla dönen genç, domuzun ve tatlı patateslerin yendiği büyük bir şölenle karşılanıyor, en kısa zamanda da evlendiriliyor.
Dağları geçerek Mount Hagen
Tari'de, yakın bir köyde bu törenlerin tümünü, turistik bir mizansen olarak izleme imkanı bulduk. Gerek giysiler, gerekse boyalı yüzler ve peruklar görülmeye değerdi. Geceyi köy yakınlarında çok güzel bir lodge’da geçirdik. Burada, Sepik'den helikopterle gelen bir Amerikalı gruba rastladık. Orada gördüklerinin ne kadar muhteşem olduğunu bize ballandıra ballandıra anlattılar. Ama maalesef Sepik'de kalınabilecek yegane lodge’da yer bulamadığımız için bunu gelecek sefere bıraktık. Ertesi sabah, aracımızla Mount Hagen'e gitmek üzere yola koyulduk. Yine dört-beş saat süren güzel bir yolculukla dağları geçerek Mount Hagen'e vardık. Bu sefer şehrin içinde bir otelde kaldık. Festivalden dolayı her taraf tıka basa doluydu. Zaten buralara 200 turist geldi mi, her taraf tıka basa doluyor. Bundan sonraki iki günümüzü festivalde geçirdik. Kamyonlarla ülkenin her yöresinden buralara gelen yüzlerce insan olağanüstü bir renk cümbüşü yaratıyor. Üstelik her yörenin farklı renk ve donanımlardaki giysi ve yüz boyaları müthiş bir yaratıcılık eseri. İnsanlar adeta doğayı kendi izlenimleriyle kendi üzerlerinde canlandırıyorlar. Burada geçirdiğimiz her iki sabah da festival alanına erkenden gittik. Köylülerin boyanıp tüy ve renkli giysilerle süslenerek geçit törenine hazırlanmalarını izlemek seyahatimizin en ilginç anlarıydı. Geçit töreni her ne kadar tel örgülerle çevrili bir alanda yapılsa da, resmi zevatın ülkeyi ziyaret eden az sayıdaki turiste teşekkürlerinden sonra kapılar açılıyor ve bir kaç saat boyunca bu sempatik insanların sizin için çeşitli dans ve gösteriler yapmalarını yakından izleyebiliyorsunuz.

Mount Hagen'de geçirdiğimiz iki günün ardından, Papua Yeni Gine’nin bize sunduğu unutulmaz bir keşif hazzı ile, İstanbul'a dönmek üzere uçağa bindik ve uzun bir hava yolculuğuna başladık…