Basında Dünyanın Renkleri

İLK TÜRK ALFABESİYLE KARŞI KARŞIYA
Köklere yolculuk Moğolistan - 3

Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com 26 Ağustos 2014 / Cumhuriyet

Arabamız ilerliyor. Az sonra UNESCO tarafından Dünya mirası listesine alınan Orhun Vadisi’nde olacağız. Orhun Vadisinde ilk durak Karakorum. 1220 yılında kurulan Karakorum İpek yolunun en önemli konaklama noktalarından birisiymiş, şimdi karmaşa içinde, yoksul bir kent. Ama Moğol Budizmi’nin en önemli tapınağı Erdenezuu Manastırı görülmeye değer. Burası yıllarca dini ve entelektüel bir mekan olmuş. İçindeki objeler,heykeller akıl durdurucu. Budizm heykeli çok seviyor, ben de onun sadece bu yanını seviyorum.Öte yandan Manastırın hemen yakınında 800 yıllık taş kaplumbağa heykeli var. Söylemeyi unuttum Moğollar için kaplumbağa kutsal bir hayvan. Çünkü hem uzun ömür sembolü hem evini sırtında taşıyor ya, Moğollar onu kendilerine benzetiyorlar.
Karakorum’da fazla kalmayıp Orhun anıtlarına doğru yola çıkıyoruz. Karakorum’dan Orhun anıtlarına doğru asfalt bir yolda gitmeye başladık. Mucize! Meğer bu asfalt yolu Türkiye Cumhuriyeti yaptırmış. Ama Moğollar pek beğenmemiş. Genişliğini az bulmuşlar. Onlar öyle düşünebilir ama asfalt yol çok güzelmiş. Kilometrelerce çöl ralli yaptıktan sonra içimiz eriyor. Sonunda küçük bir sit alanı ve küçük bir müzeye geliyoruz. Müzeyi de biz yaptırmışız. Doğru da yapmışız.
Müzede iki önemli yazıt var. Bir tanesini Göktürk Kağanı Bilge Kağan tarafından kendisinden önce ölen kardeşi Kül Tiğin için yaptırılmış. Yıl: 732. Diğeri ise Bilge Kağan’ın ölümünden sonra onun için dikilmiş. Yıl: 735
Yazıtlar yıllarca bulunamamış. 19. yüzyılın sonlarına doğru Rus bilim adamı Yadrintsev Tarafından keşfedilmiş. Ve 1893 yılında Danimarkalı bir bilim adamı olan Vilhelm Thomsen Orhun anıtlarının üstündeki yazıyı okumayı başarmış.
Müzenin girişinde yazıtlara el verenlerin tek tek adları ve fotoğrafları sıralanmış, 18 kişi arasında tek bir Türk yok. Bu da bana bayağı ağır geldi.

YAZITLARDA ACI VE ÖLÜM VAR
Dev kaplumbağaların sırtına iliştirilmiş Orhan anıtlarını görmek beni heyecanlandırıyor. Ve annemi düşünüyorum.Kızkardeşime Bilge rahmetli erkek kardeşime Mete adını veren annem, herhalde en çok Orhun yazıtlarını yerinde görmek isterdi. Onun yerine ben onları okumaya çalışıyorum. Yazıtların üç tarafı Türkçe, bir tarafı Çinçe, yazıya, bulanlar ve okuyanlar, karakter özellikleri bakımından gönderme yaparak bu yazıya “Runik Türk” yazısı diyorlar. Yazı sağdan sola ya da yukarıdan aşağıya yazılırken, sözcükler iki nokta üst üste konarak ayrılıyor. Bu ilk Türk alfabesinde tam 38 harf var.
Şimdi izninizle, annem için yazıtların üstündeki yazıları okumaya başlayacağım. Kardeşi Kül Tigin için diktirdiği yazıtta Bilge Kağan şöyle diyor: “Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendim düşünceye daldım. Görür görmez gibi, bilir aklım bilmez oldu… Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek için türemiş. Öyle düşünceye daldım… Gözden yaş gelse engel olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşünceye daldım…” Yazıt 3.75 metre yüksekliğinde ama yılların tahribatıyla üstündeki bazı yazılar silinmiş. Okunanların bir kısmı bunlar.

NERESİ O ÜLKE?
Ve Bilge Kağan için oğlu tarafından dikiler yazıt… Ve oldukça sert sözler içeriyor. “O yere doğru gidersen Türk milleti öleceksin! Ötüken yerinde oturup, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın. Türk milleti tokluğun kıymetini bilmezsin. Acıksan tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlık düşünmezsin. Öyle olduğu için beslemiş olan Kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orada mahvoldun, yok edildin…“ Neresi bu sözü edilen yokolunan ülke ,elbette Çin. Çinliler için yazıtlarda şöyle deniyor: ”Çin milletinin sözü tatlı,ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti böyle yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti öleceksin.”
Evet, Kağanlar Türk milletini Çinlilerden korumaya çalışıyorlar. Eh o zamanları düşünün, sonsuz bir yolculuk ve güzelim yumuşak tenli, işveli Çin prensesleri. Kağanlar haklılar !

ATA BİNMEK ZOR İŞMİŞ
Kağanları dertlerini kendileriyle baş başa bırakıp bir at çiftliğine doğru yol alacağız.İsteyen ata binecek. Asfalt yol çoktan bitti gene rallideyiz. Git git bitmiyor ve nihayet alacalı bulacalı atlar kendilerini gösteriyor. Sayıları herhalde yüzü bulur,kendi başlarına otluyorlar. Arabalarımız atların epey ilerisinde duruyor ve yerel rehberimiz sessizlik istiyor, en ufak bir ses atları ürkütürmüş. Sessiz ve yavaş at çiftliğine yaklaşıyoruz. Meğer atların sağılma saatiymiş ve birden gördüğüm manzara karşısında canım çok sıkılıyor.O özgürce koştukları zaman insanın kanını alevleyen, insanda ben de böyle çırılçıplak ve özgürce koşmalıyım duygusu yaratan atlar sürüleri hemen önümüzde süklüm püklüm duruyor. Ve küçük bir tay joker olarak kullanılıp süt verecek ata yaklaştırılıyor, at tayı yavrusu sanıyor ve sütünü boşaltmaya başlıyor,bir iki dakika sonra tay memeden çekiliyor ve onun yerini bakır bir leğen alıyor. Sonra joker at başka bir atın yanına götürülüyor aynı işlem orada da yapılıyor. Dehşet bir şey, bu işlem ve atların sessizce durmaları bana, birden bir toplama kampını anımsatıyor. At toplama kampı ! Sanırım ben ata binmeyeceğim. Hayır bineceğim, bu sonsuz çölde,motorsiklete bindim,deveye bindim ata da bineceğim.
Süt işleminden sonra bizim bineceğimiz atlar bir iki ayrılıp uzak bir yere göçtürülüyor, bu arada yumuşak eğerler geldi. Moğolların çoğu ister üç yaşında olsun ister altmış yaşında olsun ata eğersiz biniyorlar.
Bir Moğol atasının yardımıyla işte atın sırtındayım. Ve tüm ata binenler hep birlikte sonsuz bozkıra doğru usul usul yol almaya başlıyoruz.
Gerçekten bu muhteşem bir duygu. Sonsuza doğru gitmek …Gidiyoruz,gidiyoruz o da ne tam karşımızdan kapkara bulutlar gelmeye başlıyor. Renkleri o kadar koyu ki, dehşete kapılıyoruz. Bu arada sürünün içindeki atlar yıldırım hızıyla çevremizde koşmaya başlıyorlar. Bir şeyler olacak, birden bizim bindiğimiz atları süren Moğol atası,hepimize “ inin!” diye Moğolça bağırıyor. Kendimizi can hıraç yere atıyoruz ve ansızın kocaman kocaman bir dolu yağmuru başlıyor. Olduğumuz yerde büzülüyoruz, neyse ki, 4x4 ‘lerimiz son hızla bizim bulunduğumuz yere yaklaşıyor. Sırılsıklam kendimizi 4x4’lere atıyoruz ve dolu bütün şiddetiyle yağıyor tek yapabildiğimiz şey, beklemek. Çevremizde çılgına dönmüş atlar koşuyor. Ve sıcak hava üflenen arabada bile donuyoruz,öyle bir soğuk. Kendi kendime mırıldanıyorum, “ yazın ortasında hava böyleyse kışın nasıldır ? “ arkadaşlarımdan biri yanıt veriyor “kışın eksi 40 dereceymiş. Yaşar mısın ? “ Titreyerek, “hayır,” diyorum, “sonsuz otlakları onların olsun.” O gece konakladığımız gerde soba yaktırdığımızı ve üstümüzde giysilerle yattığımızı söylemeliyim. Donuyorsun.

ÇAKMA NAADAM!
Dünyanın her yerinde ilkbaharın gelişi şenliklerle kutlanır, çünkü koca kış çıkmıştır, doğa en güzel haliyle yeryüzünün tüm canlılarına kucak açar. Ve aşk başlar. Doğal olarak otlaklarda eksi kırk derecede yaşayanlar için baharın gelmesi daha da yürek coşturucu. Atlardan ölenler ölmüş, develerden ölenler ölmüş, büyükbaş hayvanlardan ölenler ölmüş, göçebelerden ölenler ölmüş ve nihayet bahar gelmiş. İşte Moğollar baharın gelişini büyük bir bayramla kutluyorlar.Bu bayramın adı da Naadam. Başlangıcı 11 Temmuz, biz daha sonra gittiğimiz için ne yazık ki, gerçek 1,5 milyon kişinin katıldığı Naadam’ı göremedik.Ama küçük bir Nadaam yaşadık.
Bu bayramın en büyük özelliği, güreşçilerin, okçuların ve rüzgar atlarının yarışı! Güreşle başlayalım, meydana önce küçük oğlan çocukları çıkıyor. Bu arada şu bilgiyi vermek isterim. Moğollarda oğlan çocuk pek kıymetli. Ama kız çocukları yaşam koşullarına daha dayanıklı.O zaman Moğollar ne yapmışlar, oğlan çocukları ruhlara gitmesin diye, üç yaşına kadar kız çocuğu gibi büyütülüyor. Saçlar uzun,entari giyiyorlar,üç yaşından sonra erkek oluyorlar.Ruhlar bu işe ne der bilmiyorum ama çok da büyük bir aldatmaca değil.
Baba güreşçilerden önce, küçük oğlan çocukları güreşçi giysilerini giymiş, güreşe tutuşuyorlar. Ama önce bayrakları altında kartal dansı yaparak seyircileri selamlamak var. Ben bu kartal dansına ve küçük güreşçilerin güreşine bayıldım. Sıra büyüklere geldi. Güreşçiler mutlaka göğüsleri açıkta bırakan dar bir cepken giyiyorlar. Tuhaf bir şey, neden göğüsler açık. Nedeni şu, bir zamanlar bir güreş esnasında,güreşçinin biri o zaman göğüs kısmı kapalı olan cepkene asılmış ve cepken yırtılmış altından diri diri memeler çıkmış,meğer güneşe katılanlardan biri kimliğini gizleyen bir kadınmış. O günden sonra göğüsler fora!
Güneşçiler kendi etnik gruplarını belirten şapkalar ve burnu kıvrık çizmeler giyiyorlar.Bu burnu kıvrık çizmelerin bir anlamı var. “Doğadaki hiçbir şeyi inciltmek istemiyoruz.“ Evet baba güneşçiler de kartal selamı verdikten sonra başlıyorlar el ense tutmaya. Güreş sporu beni her zaman güldürmüştür, iki devin savaşı bana çok çocukça ve komik geliyor ne yapalım. Bu arada atlar,yarışa hazırlanıyor. Bu kez çocuklar yarışacak. İçlerinde üç yaşında çocuklar bile var. Olmaz mı, yürümeden önce ata binmeyi öğreniyorlar.Ve yarış başlıyor, dört yaşlarında kavuniçi esbap giymiş bir oğlan rüzgar gibi diğerlerini arkada bırakıp ipi göğüslüyor. Ve ödül töreni, sadece birinci gelen ata değil, yarışı en arkada bitiren at içinde birer ödül var. Ruhlar yarışı kaybeden atlının kulağına şöyle fısıldıyorlar : “ Bu yarışta kazanamadın ama gelecek yarış senin. “

BÜTÜN ETNİK GRUPLAR SAHNEDE!
Gobi sessizce bitti ve biz yeniden başkent Ulanbator’a geldik. Son gece temmuzdan eylül sonuna kadar kapalı gişe süren bir gösteriye gideceğiz. Süslendik püslendik ve çok güzel bir tiyatro binasından içeri girdik. Bina tabii ki,Ruslardan kalma. Neyse yerlerimize oturduk ve Moğolistan’daki 38 etnik grubun dansları başladı. Böylesini az görmüştüm. Bir renk ve dans cümbüşü. Neşe, hüzün, ağıt birbirine karışıyor . Ve son olarak sahneye Moğol sazlarından oluşmuş bir senfoni orkestrası çıkıyor ve bizi resmen büyülüyor.Ve bu büyü uçağa binene kadar bizden hiç ayrılmıyor.Ve ben bir kez daha dünyanın ne kadar büyük, ne kadar renkli ve ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu düşünerek ,kendime uğur getirsin diye bir Şaman heykeli alıyorum.Umarım beni korur.