Basında Dünyanın Renkleri

UÇAN ATLILARIN KOMUTANI CENGİZ HAN!
Köklere yolculuk Moğolistan - 2

Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com 25 Ağustos 2014 / Cumhuriyet / Dizi

Büyük Moğol İmparatorluğunu kuran, ve İpek yolu üstündeki tüm devletleri kendine bağlayan, Cengiz ( Çingis ) Han adı Moğollar için “okyanus “ anlamına geliyor. Denizleri uzak bu coğrafyada bu ad neden ? Daha da derine inersek bu ad ,” gizemli sonsuz büyüklüğü “ ifade ediyor. Cengiz han, farklı bir coğrafyada Büyük Roma İmparatorluğu kadar yayılmacı ve güçlü bir imparatorluk kurar. Hışmından ne Çinliler ne de Türk boyları kurtulur.Türk boyların bulunduğu Semerkand ve Buhara’yı ele geçirip yerle bir eder. Cengiz han, “gizemli sonsuz büyüklük “ ne yazık ki, ölümsüz değildir. O da ölür ama cenazesi alışılmış bir cenaze değildir.Çünkü cenazesinin avlandığı bir ağaç altına gömülmesini ve insanlar tarafından bilinmemesini vasiyet eder. Bu nedenle cenazesini taşıyan insanların tümü öldürülür ve 1000 at mezar üstünde günlerce gezdirilir. Bu nedenle şimdilerde mezarı bilinmemektedir.Öte yandan 40 güzel kıza da en güzel giysileri giydirilir ve Cengiz Han’a hizmet etmek için öldürülür.



BUDİST RAHİPLER LÜKSÜ SEVİYOR
Şimdi Cengiz Han’ın Moğolistan’ını bırakarak biraz daha günümüze gelelim. Her yerde olduğu gibi burada da ,Budist rahipler uzun yıllar güçlü olanın yanında olmuşlar. Ancak 1926 Yılında devrimciler bu dinsel güce son vermişler.
Yazımda daha önce de belirttiğim gibi son yirmi yılda yeniden güçlenmeye başlamışlar. Herkesin inancına saygımız sonsuz. Manastırları gezerler en çok dikkatimi çeken şey, kavuniçi kahverengi elbiseleri sırtlarında en son model arabalardan inen ve hemen cep telefonlarına saldıran rahipler oldu. Maşallah teknolojiyi ve lüksü çok seviyorlar.
Öte yandan bir ayin vardı ve ayini idare eden rahip hiç durmadan insanların para bıraktığı kupaya bakıyordu. Bırakılan paraları tek tek saydığına eminim. Yani her dinde para çoktan tanrı olmuş.Hadi artık 4x4 ‘lerimize binip uçsuz bucaksız Gobi’ye açılalım. Çünkü ben bir Albino deve arıyorum.

ŞARKI SÖYLEYEN KUMULLAR
Yol çok uzun ve fazlasıyla ıssız. Üstelik yol öyle bildiğiniz asfalt yol değil. Bildiğiniz toprak yol ve çok engebeli, kısaca çöl rallisi yapıyoruz. Çünkü Gobi’deyiz ve Khongor Kumullarına gidiyoruz. Rüzgarın yön değiştirdiği kum tanelerinin sesi çok uzaklardan duyulmaya başlıyor.Tuhaf etkileyici bir ses,bu nedenle Khongor Kumullarına şarkı söyleyen kumullar denmiş. Kumulların eni 7 -20 kilometre arasında değişiyor ve 180 kilometre uzunluğunda.
Nihayet kumullara geldik, çöl bize hoş geldin diyor, ayakkabılarımızı çıkarıp,çocuklar gibi kum tepelerinin üstünde debeleniyoruz. Az sonra bölgenin en dayanıklı hayvanı ve korumaya alınan Baktriyan develeriyle kumulların tepesine çıkacağız, güneşi batırmak için.Ve benden söylemesi hiç bir şey çölde güneşin batması kadar görkemli olamaz. Sanki bir rüya gibi.
Develerimiz geldi ve biz üstüne bindik ve ağır ağır kum tepelerine doğru ilerliyoruz. Tam bir ıssızlık, sadece kumulların şarkıları duyuluyor ve deveye binen bizler suskunuz. Konuşmak içimizden gelmiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ben kendimi çölde bir kum tanesi gibi hissediyorum,sanırım diğerleri de öyle. Uzun yürüyüşten sonra kumul tepelerine varıyoruz. Güneşi burada batıracağız.
Rüya başlıyor, güneş tüm renkleriyle kumulları defalarca selamlıyor. Sanki onlara veda ediyor.Usul usul uzaklaşıyor ve tam o sırada ay ufaktan kendini gösteriyor.İşte o zaman her gün bu muhteşem olaya tanık olan Moğol göçebelerin kendilerine neden “biz güneşin ve ayın çocuklarıyız ,” dediklerini anlıyorum.
Artık güneş veda etti,alaca karanlıkta develerimiz bizi kamp yerimizi götürüyor. Bu arada öğreniyorum, her bir devenin bir adı var. Gobi Prensi, Yaşayan Dinozor gibi..

GER HAYATI
Çölün ortasında bir ger kampındayız. Öncelikle şunu söylemem gerekir, böyle bir seyahate çıkacak olanlarda biraz izci ruhu olmalı. Aksi takdirde yarı yoldan dönmeleri mümkün. Çünkü gündüzleri sürekli yol alıyor ve her gece ayrı bir ger kampında konaklıyoruz Bavul açıp kapamadan sinirleriniz bozulabilir. Üstelik henüz kötü havalara yakalanmadık,o da olacak. Gerler bizim Yörük çadırlarının biraz büyüğü ve yuvarlağı. İçinde iki yatak ve bir masa var.Tepeleri ruhlar rahatlıkla girip çıksın diye açık. Ayrıca tam tepeden genellikle mavi renk bir ip sarkıyor, ruhlara kolaylık olsun ,diye.
Tuvalet ve banyoların ortak kullanıldığı her ger kampında büyük,geniş bir yemek salonu var.Yemekler doğal olarak hep et üstüne. Seyahatin sonunda soslu kızarmış patlıcan ve biber hayal etmeye başladığımı söylersem,durumu daha iyi anlatırım.
Ama açıkça söyleyelim, insanoğlu her şeye uyum sağlıyor. İkinci günden itibaren ger çadırlarımızı sevmeye başladık. Tamam elektik kesik olabilir,internet bağlantımız yok,cep telefonlarımız çalmıyor olsun ne gam , yıldızların ele tutulacak kadar yakın olduğu bir gök altında sonsuz sessizliği dinleyerek kendimize geliyoruz.
Bizim gerler son derece sade acaba Moğol göçebelerin gerleri nasıl ? Neyse süslenmiş? Onu da hemen söyleyelim,çünkü yol boyunca sayısız gere konuk olduk.
Gerlere girerken mutlaka eşiği atlıyorsunuz,bu çevrede dolaşan ruhlara ben geliyorum demek. Sonra saat yönünde ilerleyip hemen her gerde varolan divana oturuyorsunuz. Çadır kapısının tam karşısında ev sahibinin kıymetli eşyaları ve fotoğraflar duruyor. Onlara asla saygısızlık etmemek gerek, yani arkanızı hiç dönmeyeceksiniz. Bir gere girdiğinizde ev sahibi size hemen kımız ve kendi yaptıkları çok sert ,yemenin mümkün olmadığı peynirlerden sunuyor. Ben kımız içmedim bilmiyorum, içenler ekşi ve ayran tadında olduğunu söylüyorlar. Epey bir zamandır bu geleneksel içki yerini votkaya bırakmış. Ve votkalar oldukça sert,son yıllarda hem kentte hem çadırlarda içki içenlerin çoğaldığı ve ülkede bir alkolizm tehlikesinin varolduğundan sözediliyor.
Doğrudur, uzun ve soğuk kış günleri başka türlü nasıl geçer ? Hikayeler biter,masallar biter. Hayal gücü de kış uykusuna yatar.O zaman gelsin votka !

RUHLARDAN İZİN ALIP DİNOZOR YUMURTASI ARIYORUZ
Gene yollardayız. Sabah vakti Gobi çölü soğuk. Rüzgar insanın içine işliyor ama 4x4’lerimiz çok konforlu ve istikamet “Alevli Uçurumlar “. Çok geçmeden ruhların cirit attığı bir bölgede olduğumuzu anlıyoruz. Çünkü yolumuzun üstüne sürekli koni şeklinde taş yığınları görüyoruz. Taş yığınlarının üstünde çakılmış tek bir sopa var ve sopanın çevresi özellikle mavi kurdelelerle sarılmış. Moğollar bunlara “ovoo” diyor. Bizim dilek taşı gibi bir şey. Arabalar onların yanından geçerken mutlaka korna çalıyorlar,bir çeşit ruhlardan izin istiyorlar.
İstek üstüne arabalarımız daire şeklindeki çevresi 15 metreyi bulan bir ovoo’da duruyor. Civardan eline bir taş alan önce ovoo’daki taş yığınına taşı atıyor ve dileğini söyleyip üç kez ovoo’nun çevresinde dönüyor. Böylece hemen hepimiz sır gibi sakladığımız dileklerimizi Gök Tanrı’ya ulaştırmaya çalışıyoruz. Benim dilek 10 Ağustos gecesi için, anladınız herhalde. Ovoo’larda sadece taş yok,şeker, oyuncak ve fazlaca votka şişesi var.
İlerliyoruz ve ovoo’ların sayısı artmaya başlıyor. Anlaşılan o ki, kentte hakim olan Budizm,uçsuz bucaksız bozkırlarda yerini Şamanizme bırakıyor. Atalarımızın da uzun yıllar baş tacı ettiği Şamanizim ve Şaman nedir ? Bir bakalım. Arkeoloji bize Şamanlık uygulamalarının M.Ö 5000 yılına kadar indiğini gösteriyor. Şaman inancının temeli şu: Yeryüzündeki her şeyin ,yaşayan her canlının bir ruhu vardır. Evren bir enerji ağıdır ve herşey bir denge içinde varolur. Şamanlar denge bozulduğunda ruhlarla ilişkiye girerler ve dengenin yeniden nasıl sağlanacağını insanoğluna iletirler.
Şaman tanrı değildir, bir yaratıcı değildir sadece bir aracıdır ve davul onun en büyük yardımcısıdır. Babadan oğla geçen Şamanlık, bir yeryüzü bilgisine dayanıyor. Ben Şamanizmi eskiden beri severim. Çünkü açgözlülüğü şiddetle reddeder ve doğanın dengesini her şeyin üstünde kılar. Bu günlerde buna tüm dünyanın şiddetle ihtiyacı var.
Nihayet alevli uçurumlarıyla ünlü Bayanzag’a varıyoruz. Burası kızıl kayalardan oluşmuş, biraz Kapadokya’ya benzeyen bir alan ve güneş vurduğunda alev alev yanıyor…Önce tepelere çıkıp sonra dar uçurumlardan ilerleyerek aşağıda bizi bekleyen arabalarımıza ulaşmaya çalışıyoruz. Oldukça zor bir yol ! Ama yolu ilginç kıyan bir söylenti var, dinozor fosili görebiliriz.
Gözümüz bir yandan uçurumu kesiyor öte yandan çevreye bakınıp dinozor yumurtası arıyoruz. Bir iki kocaman kaya mı,yumurta mı olduğu meçhul yuvarlak cisimler görüyoruz. Tam uçurumun orta yerinde beni bir gülmedir alıyor, yani bu kadar mi enayiyiz, burada bir zamanlar dinozor yumurtası olsa bile çoktan dinozorlara meraklı Amerikalı film yönetmeni Spielberg çoktan götürmüştür. En iyisi biz hayal kuralım.
Of nihayet arabamızdayız, ilerliyoruz bir an bu korkunç boşluğun her adımı bir kilometre olan dinozorlarla dolu olduğunu düşünüyorum. Müthiş bir şey. Ya uçan dinozorlar ,bölge gözümde devleşiyor. Galiba ruhların etkisindeyim, bir dinozorla yem verdiğimi hayal ediyorum.

MOĞOLİSTAN KOVBOYLARI
Yol boyunca manzara değişiyor. Bazen at sürülerine, bazen deve sürülerine rastlıyoruz. Arada çiçek toplamak için duruyoruz. Ne çiçeği diye sormayın, çiçek toplamak tuvalet molası demek. Tepelerin çok az olduğu bu bozkırlarda gerçekten çiçek toplamak da pek bir zor. Ama insanoğlu her şeye alışıyor, ilk zamanlar arabadan inip hemen önünde tuvalet ihtiyacını gideren Moğol şoförlere hayretle bakıyorduk,bir de baktık üçüncü gün alışıvermişiz. Biz kadınlar da artık dağ bayır dolaşmıyoruz. Dedim ya, bu seyahat için biraz izci ruhu gerekiyor.
Bir süre sonra sadece çiçek toplamaya değil, gördüğümüz manzaralara da alışıyoruz. Kilometrelerce aralıklarda tek tük gerler , at sürüleri ,deve sürüleri. Artık kimse arabasını durdurup fotoğraf çekmiyor.Ama olmuyor işte, haydi gene fotoğraf makineleri, işte Moğol bir kovboy…Kemendini atıp rüzgar gibi koşan bir yaban atını yakalıyor.İşte bir Moğol kadın motorsikletinin üstünde uçarak yanıbaşımızdan geçiyor.
Şimdi artık biraz Moğol kadınlarından sözedebiliriz. Bir defa çok güzel ve zarifler.Hemen hepsi incecik. Saf protein beslenmesi demek ki,böyle bir şey. Gram yağ yok. Ve her alanda varlar.Özellikle kentte inşaat işçisi kadınlar beni çok etkiledi. Başlarında kaskları kocaman kocaman binaların tepesinde korkusuzca çalışıyorlar. Evet gidiyoruz gidiyoruz ve Karakorum ve Orhun Vadisi uzaktan görünüyor.

Yarın :DÜNYA MİRASI ORHUN VADİSİ