Basında Dünyanın Renkleri

Şatolar ve Bağlar Arasında

Seral TOPKAYA / Kasım 2012 / VOYAGER




Paris'e her sene birkaç defa gitme imkanı buluyor olsam da bu defa başka bir heyecan duyarak havaalanına varıyorum. Uçağın rötar yapmasında faydalanarak Touluse uçağının kapısında, Koptur-Dünyanın Renkleri tarafından düzenlenen Güney Fransa gezisine katılan grubun diğer üyeleriyle tanışıp, daha önce çoğunluka beraber seyahat etmiş neşeli bir ekibe dahil olmaya çalışıyorum.

Tapınak şövalyeleri, şarap, Michelin yıldızlı restoranlar, doğanın muhteşem renkleri; grubun kendi arasında ki diyalogları, uçağın kapısında yapmaya başlayacağım seyahati daha da çekici hale getiriyor. Sıkıcı olmaya ramak kalan bir sürede Touluse Havaalanı'na varıyoruz. Charles de Gaulle'ün eskiyen ve bana her zaman tuhaf gelen yuvarlaklığının ardından daha tam bitmemiş ama oldukça modern ve hoç bir yapıdan geçerek Güney Fransa topraklarına ayak basıyoruz. Bizi bekleyen otobüse yerleşip, Lounguedoc'un en tanınmış ve en çok ziyaret edilen şehri Carcassone'a doğru yola koyuluyoruz.

PAYLAŞILMAYAN TOPRAKLAR XIII. yüzyılın başlarında Papa III. Innocent, Toulouse Kontu'nun topraklarına karşı Haçlı Seferleri başlatılır. Amaç, Güney Fransanın Languedoc bölgesine etkisini sürdüren ve ayrılıkçı bir hristiyanlık inanışı olan Katharizmden kurtulmaktır. Nitekim, tıpkı daha sonra Tapınakçılar gibi, Katharlar da bu acımasız savaç esnasında ce daha sonra da Engizisyon tarafından yok edilir. Touluse Kontluğunun bir tımarı olan Carcassone Vikontluğu'nun başkenti Carcassone, son derece refah içinde zengin bir şehir iken, XIII. yüzyılda Katharlara karşı "Albigeois Haçlı Seferleri" olarak adlandırılan toplu kıyım düzenlenince, Toulouse Kontunun yeğeni olan Albi, Baziers ve Carcassone Vikontu Raimond-Royerg Trencavel in ateşli direnişine rağmen şehir, 1 Ağustos 1209 tarihinde Simon de Monfort yönetimindeki Fransa kralının kuzey ordularına yenik düşer, Toplu göçe zorlanan şehir sakinleri, 7 yıl sonra dönmelerine izin verilince, geri gelir ve aşağı şehri kurarlar. Günümüzde de Carcassone iki ayrı şehirden oluşmakta. Biri, tepede yükselen ve Unesco tarafından dünya mirası listesine alınan, 3 km'lik çift surla ve 52 kule ile çevrili Avrupanın en büyük kalesi olan tarihi şehir. Güçlü surların arkasında saklanan Carcasonne'un yukarı kısmı, halen Ortaçağ'ın en güzel ve en iyi korunmuş şehirlerinden birini oluşturmakta. Tarihi kalenin mahalleleri, Gallo-Romen surları, kuleler ve Bazilika gerçekten görülmeye değer yerler sıralamasında oldukça başlarda yer almayı hak etmekte. MICHELİN YILDIZLI YEMEK Tüm bu tarih kokan şehrin üstüne, akşam yemeği gerçekten beklenmeye lezzetler ve tatlar ile farklı bir boyuta getiriyor bizi. Michelin yıldızlı Le Parc Franck özel mönüsü, ilginç sofra aksesuarlarıyla her önüme konanı satın alma isteği uyandırdı. Bölgenin farklı üzümlerinden üretilmiş şaraplar eşliğinde, şefin hazırlamış olduğu tadım mönüsüyle ilk akşamımızı sonlandırdık. Hiçbir şey için değilse bile, değişik baharatlarla sarılmış barbunya balığını tatmak için bile bu seyahati yapmaya değermiş.


ORTAÇAĞ ATMOSFERİ

Tek gecelik otelimizden kahvaltı edip erkenden ayrıldık. Katar bölgesinin kalbinde bulunan ve Oksitanyanın Ortaçağ atmosferini en güzel şekilde yansıtan Mirepoix kasabasına hareket ettik. Ahşap galeriler üzerinde yükselen ve "colombage" adlı doldurma duvarlar ile yapılmış muhteşem binalar; tarihi kapalı Pazar yeri; 22 m genişliği ile Fransa'nın en geniş sahasına sahip Gotik Saint Maurice Katedrali ile



Aude Nehri vadisinden, harika manzaralar eşliğinde yolumuza devam ediyoruz...

Güney Fransanın tipik bir Ortaçağ şehri olan Bastide'de gezintinin ardından başdöndürücü Kathar kaleleri keşfetmek üzere Pirene sıradağlarının eteklerinde bulunan Montsegur Kalesine doğru yola devam ediyoruz. Felsefesini iyinin ve kötünün dengesi üzerine inşa eden Katharizm en fazla Languedoc'da etkili olmuş ve belirgin izler bırakmış. Fakat her geçen gün daha güçlenip zenginleşen Roma Kilisesine karşı olan ve Albililer olarak da anılan Katharlar, engizisyon mahkemeleri tarafından yargılanıp katledirler. 1216 m yükseklikte bir kartal yuvası gibi konumlanmış bu kale, Kathar direnişinin en önemli sembolü olarak kabul ediliyor. ŞATOLAR, ÜZÜM BAĞLARI...

Öğle yemeğinin ardından Aude Nehri vadisinden, harika manzaralar eşliğinde yolumuza devam ediyoruz. Öğleden sonra Kathar kaleleri arasıda en etkileyici ve kolay ulaşılabilir olan Queribus Kalesini geziyoruz. Alphonse Daudet'nin "Değirmenimden Mektuplar" adlı kitabına konu olan Cucugnan Papazı ile ünlü Cucugnan köyünden geçip, Clape platosundaki bağlar ve çamlarla çevrili Chateau L'Hospitalet'ye varıyoruz. Kendimi adeta o şatoda senelerdir yaşıyormuş gibi hissederek bağların arasında dolaşıyorum. Şampanyalı kokteylin ardından, akşam yemeğini lokal şaraplar eşliğnde hoş bir atmosfer de tadımlama imkanını buluyoruz. Sabah bağların arasındaki kahvaltı salonunda kahvaltımızı edip, bağların şaraplarını tatmak üzere "kav" a geçtik. Akşamki şarapları kanımızdan tam olarak temizleyemeden degüstasyona başladık. Fransa'nın en hızlı gelişen şarapçılık bölgesi olan Languedoc - Rousillon şarapları; Coteaux du Languedoc-La Clape, Corbieres Boutenac, Minervois, Pays D'Oc, Limoux gibi şarapları; Carihnan, Grenache, Cabernet, Sauvignon, Merlot, Syrah gibi kırmızı ve Macabeu, Ugni Blanc, Clairette, Roussanne, Chardonnay, Muskat gibi beyaz şarap üretimi yapan çok eskilere dayanan bir tesis. Degüstasyonun ardında Fransanın 8. büyük ve bu bölgenin hem baş şehri, hemde üniversite kenti olan Montpellierye hareket ediyoruz. XIII: yüzyılda kurulan ve hala faliyette olan Avrupa nın en eski tıp fakültesini barındıran bu genç nüfuslu şehre, öğlene doğru varıyoruz. Yemeğe kadar, eski Yunan mimarisinden ilham alan Katalan mimar Ricardo Bofill tarafından tasarlanan Antigone mahallesini geziyoruz ve ardından Maison de la Lozerede yine çok leziz bir mönü ve bölge şaraplarından oluşan yemeğimizi yiyoruz. Ardından tarihi şehir mekezi, Üç Güzeller Çeşmesi, tarihi Opera Comedie binasının bulunduğu, Place de la Comedie, gezi meydanı Esplanade, Opera Berlioz ve Kongre Sarayını seyrederek akşam yemeğine hazırlık yapmak üzere otelimize yerleşiyoruz. Fazla acıkmaya fırsat bulamadan tüm seyahatin bence en etkileyici ve yine Michelin yıldızlı, Le Lez nehrinin kıyısındaki restoranı La Reserve Rimbaud'ya gidiyoruz. Müthiş bir manzaraya sahip, nehrin kenarında ağaçlarla çevrili bir terasta şampanya ile hoş bir kokteylin ardından hala aklımdan çıkarmadığım "foie gras dolgulu ravioli" ve kalan mönünün tadına bakıp otelimize geri dönüyoruz.



3 yılda tamamlanan 343 m ile dünyanın en yüksek viyadüğü olan Millau Viyadüğü gezi rotamız içinde bulunuyor...

ROKFOR PEŞİNDE...
Eren bir saatte kahvaltı edip, bir dünya mirası olan Causses bölgesinde bulunan Larzac platosuna doğru yol alıyoruz. Bu bölgede Tapınak Şövalyelerinin izini sürerek iyi korunmuş olan La Couvertoirade kasabasını gezip, inşasına 1998 de başlanan ve 3 yılda tamamlanan 343 m ile dünyanın en yüksek viyadüğü olan Millau Viyadüğünün resimlerini çekerek, yöresel yemekleri tattığımız hoş, iddiasız ama bir o kadar da leziz öğle yemeğinin ardından Roquefort sur Soulzon'da bulunan Roquefort Société tesisini gezmek üzere yola çıkıyoruz. Doğal mağaralarda ve mahzenlerde üretilen içi küflü, kokusu kendine has olan bu peynirin üretim aşamalarını görüyoruz. Rokfor köyünün ardından Tarn nehri kenarında bulunan ve yine Unesco tarafından dünya mirası listesine alınan tarihi Albi şehrine hareket ediyoruz. Albigeois Haçlı Seferleri'nden sonra, siyasi ve kültürel açıdan Kuzey Fransa'nın ve dini açıdan Katolik Kilisesi'nin egemenliği altına giren bu teatral şehirde, o devirde inşa edilen dış cephenin sadeliği ve iç yapının görkemli olması ile zıtlık oluşturan Saint Cecile Katedrali'ni geziyoruz. Nehir kenarındaki otelimize yerleşip, bir başka Michelin yıldızlı L'Esprit du Vin restoranında çok özel bir mönü ve şaraplarla seyahatimizin son gecesini tamamlıyoruz. Sabah erkenden eski Psikopos Sarayı Palais de la Berbie'nin içinde bulunan, 1864'de Albi'de doğan, Moulin Rouge pavyonunu anlatan resimleriyle üne kavuşan aristokrat ressam Henri de Touluse -Lautrec'in müzesini geziyoruz. Afişin bir sanat olarak değerlenmesini sağlayan Lautrec'in eserlerinin karşısında hayranlığımı gizleyemiyorum. Ardından otobüsümüze binip İstanbul'a geri dönmek üzere Toulouse Havaalanı'na doğru yola çıkıyoruz.